15 Eylül 2013 Pazar

BEYİNSİZ OLMA ÖZLEMİ

(vaktiyle böyle bir entry vardı sözlükte. sahibi silip gitmiş. sahibinin adını da vermeden yazıyorum)

BEYİNSİZ OLMA ÖZLEMİ


bilinç altındaki özlem. ben bilmem, beyin de bilmez hali.

masmavi bir gecede bir kızla tanıştım. o geceyi hiç takip etmemesini istediğim sabah yapayalnız uyandığımda kendimi kafam sargılı vaziyette, buz dolu bir küvetin içinde buldum. beynimi almış. yanıma da telefon nosunun yazılı olduğu bir not bırakmış. beynim alınık olduğu için arayamadım. uzun süre.
ne romantik ne de egzotik bir durum. grönland'da bir adada tek başına, buz dolu bir küvet ırmağının kıyısında oturdum hüngür hüngür ağladım. alındım yaptığına. alındım beynimle birlikte. ama kabullendim yine, başımla beraber.

en azından artık beyin olimpiyatlarına hazırlanmak zorunda değilim diye kendimi avutmaya çalışırken, telefon polifonik bir çığlık melodisiyle çalmaya başladı. başı kesik bir tavuk atikliğinde sıçradım telefona; arayan kuşlar, ağaçlar, binbir renkli çelenklerdi:

- aramadın, merak ettim.
+ evet, ilginç bir espri anlayışın var.
- nasıl oldun?
+ aklım, sende kalmış galiba. okuduysan geri alabilir miyim?
- en heyecanlı yerindeyim, bitmeden seni hastaneye götürmemiz lazım.

bu yolculuk ihtimaliyle ben bir ambulans sireni oldum. ambulans şöförünün stresi oldum. ambulanstaki hasta yakınının telaşı oldum. ambulanstaki hastanın kendinden geçişi oldum.
kapıdan içeri girdiğinde saçlarımı taramaya çalışıyordum. rehin alınmış beynim ve o halimle saçlarımı tararken beni görmesiyle kafamın sadece saçlarımdan dolayı varolduğuna kesin kanaat getirdiğini düşündüm. gülümsedi. gülüşünü duydum. yine durdu dünya.
+ iki gram aklım vardı onu da mı almaya geldin, diye sitem ettim.
- ne istiyorsan söyle vereyim, dedi.

birşey söylemedim. birşey söylemedi. baktı. bakışını yakaladım ve gözlerimizle elele tutuştuk. ellerin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğu o anda hızlıca dışarı çıktık kan beynime beynimden fışkırırken.
yolda otostop yaparak bir ambulans çevirdi. duran ambulansa olimpos'a gitmeye çalışan iki otostopçu gibi koştuk. ambulansın kapısını ben açtım. açtım girsin içeri. kalktı hilal kaşları. sordu,
- ne yapıyorsun serseri??
+ son zamanlar yaptıklarıma bakma nolursun, benim aklım başımda değil.
- orası kesin.

sonra yola çıktık. arıyorduk kaybettiğimiz bir takım şeyleri. arıyordum camdan dışarı çıkardığında dalgalanan bayraktaki istiklalimi. ambulansla moda sahilinden geçtik. çay bahçelerinden geçtik. dinlenme tesislerinden geçtik. radyasyon bulutlarından geçtik. 'biliyor musun' dedi, 'birisi bulutlar için kuşların düşünce balonlarıdır demiş'. 'evet, bugün kafaları çok karışık galiba' dedim.
hastaneye ölümüne yaklaştık. taksimetre çok yazmadı ama ben çok yazdım sanırım. beynimin hemen aşağısından çıkan bilinçaltımdan ruh-i mücerret gibi neler fışkırdı hiç anlatmadı o da, emniyet şeridinde. zaten tüm pislikleri ortaya çıkardığından aşıkken ben de nefret ettim yaşamaktan. türk pop müziği ve şiiri tarihindeki kısa turumuzla birlikte ambulans yolculuğumuz da sona erdi.

bir şovalye gibi serumumu kınıma sokup indim ambulanstan,

+ benimle ikinci kez buluşabilmek için bu kadar çaba sarfetmeniz gerekmezdi leydim. ambulans tutup aceleye getirmenize de gerek yoktu, ben atımla sizi bırakırdım.
- narkozun etkisindesin, biliyosun dimi?

ben biliyordum da, o bilmiyordu narkoz diye bana parfümünü enjekte ettiklerini. yolculuk boyunca bedenimdeki tüm kimyasalların çalkalandığını. yürümekte zorlanıyordum dünyada.
- yoksa korkuyor musun doktordan?
+ (sayıklayarak) ..kimi zaman rezilce korkuludur. insan bir akşam üstü ansızın yorulur..
- sen yoksa şiir mi yazmaya başladın?
+ hem de en boktanlarından :)

sendeledim yörüngesinde. elimden tuttu. dokunduğu yerlerim dışındaki heryer dökülmeye devam etti. ellerinde kırık bir vazonun kulpu gibi kaldim. ellerinde hastaneye getirdiği kötürüm dedesi gibi kaldım. dünyanın en steril ortamında elinde tiksinerek taşıdığı idrar örneği bardağı gibi kaldım. canımdan bir parçayı böyle sunmak istemezdim.

- istersen bir de kan tahlili yaptıralım.
+ (ne çok seviyorum beni düşünmeni) gerek yok, hepsini senin adına kızılay'a bağışladım.
- pff.. tansiyonunu ölçtürelim o zaman.
+ sen tutuyorsun ya bileğimden, atıyor işte kalbim yeterince.
- pfff.. iq'nu ölçtürmeye ne dersin??
+ geçen ölçtürdüm, küçük sekiz, büyük on üç çıktı.
- iki basamaklara ulaştın yani, şu doktor odasına giden basamakları çıkabilecek kadar zeki misin peki?
+ (ne çok seviyorum annevari tehditlerini) ağır ağır çıkalım, daha fazla vakit geçirmiş oluruz.

çıktık o basamakları. uzay boşluğunda biraz daha yükseldik solo testlerinden hep beyinsiz çıktığım madam curie'nin eşliğinde. doktorun odasına geldiğimizde içeri birlikte girmeyi teklif ettim.
- seni özelinle başbaşa bırakayım.
+ ben sıçmaya bile birlikte gidelim derim.
- seni kendinle başbaşa bırakayım..
(romantik tekliflere ağır bir kelime oyunuyla karşılık vermeni çok seviyorum)

doktorun odasına girdim ve masasında, röntgenlemeye çalıştıkları ama artık kamuya mal olmuş beynimin resimlerine bakarak,
+nasıl çıkmışım hocam? diye sordum.
- çıkmamışsın evladım.
+ farkındayım doktor. sorun şu ki beynim olmasa da hatırlamaya engel olamıyorum. ben herşeyi hatırlıyorum.
- anımsamak dedi doktor, sende refleksif gelişiyor evladım. sen kocaman bir omurilik soğanı gibi dolanıyorsun etrafta.
+ anlamıyorum doktor. koca kafalıyım. içi de boş hali hazırda. ama yine de almıyor kafam doktor. lütfen bir beyinsize anlatır gibi anlatın.
- malesef hatıra hastalığına yakalanmışsın evladım. bundan sonra düşünemeyeceksin ama unutamayacaksın da. dünyanın en saftirik intikam meleği olacaksın. ebedi bir saklambaç oyunu olacak hayatın. gözünü yumup yüze kadar saydığında hiçbirsey kaybolmayacak ama herkes yine de saklanmış olacak. gözünü actiginda herşey bitmiş olucak. gözünü açtığında herşey yeniden başlıyor olucak.
+ bir şiir yazmıştım hocam küçükkene. yine hatırladım.
'annem beni beklerken karnı top gibi olmuş diyordun ya,
biz o topa hiç girmeyecektik saftirik.
dünyadan başka saklanacak yer bulamadın,
saklambaçta da hep ebe olacaksın üstelik.'
beğendiniz mi :)
- zavallı evladım..
+ zavallı, beyinsiz.. başka teşhisiniz yoksa ben çıkayım doktor bey.
- bir de kalbinde evladım, yara izi var. bir de ayak izi var. 40 numara.
+ geçen gün yiğenime çiğnettim doktor bey, çok sızlıyordu da..
(bazı şeyler aile arasında kalmalı öyle değil mi aile hukukum, ben bilmem beyin bilir.)

çıktım odadan. onu gördüm. doktorun da dediği gibi herşey yeniden başlıyordu.
ellerinde eczane poşetleriyle sıra bekleyen yaşlı teyzelerle gülümseyerek sohbet ediyordu. şefkatini çok seviyorum, kendisinden bana sadece bir ambulans nasip olmuş olsa da. meraklı gözlerle sordu,
- ee ne çıktı?
+ koca ayaklı olduğun ortaya çıktı. bastığın yerleri toprak diyerek geçme artık tanı.
- bu kimden araktı peki?
+ mehmet akif paşamdan. araya böyle büyük abileri sokmayınca dinlemiyorsun ki hiç beni..

kan, idrar, ölüm kokusu sinmiş hastane koridorlarından parfümünün eşliğinde yara almadan sıyrıldık. çıkış kapısının önünde,
+ yarın yine görüşebilecek miyiz, diye sordum
- (gülümseyerek) gerçekten beyinsizsin, şimdi ikna oldum.
+ (bazı şeylere ikna olabilmen ne güzel) fena mı, beyin nakli yaptırırız bu sefer de, hem yolu da öğrendik.
- yarına unutmuş olursun, merak etme.
+ ben unutmam.. demeye kalmadan bir ambulansa atlayıp gitti. 'mümkünse söylediklerimi unut ama beni aklından çıkarma.'

doktorun da dediği gibi herşey yeniden bitiyordu. o zaten yarına inanmıyordu beni avutuyordu. beni üzdüğü zamanlarda bile yokluğunu hissetmek beni korkutuyordu..

14 Temmuz 2013 Pazar

Kahvaltı

+ e büyüyle haşlamışsın yine yumurtaları
- biraz daha uyursun zannediyordum. birden kalkınca sen acele ettim işte.
+ niye acele ettin hayatım beklerdim ben.
- bekletmek istemedim :)
+ teşekkür ederim :) ama büyüyle pişirince o garip tat oluyor sarısında. sen alışkınsındır belki ama tuhaf geliyor bana ne bilim. alışırım belki zamanla.
- tamam tamam haşlarım bundan sonra hep :)
+ ha bi de zamanla oynadın mı gece? onca içkinin üzerine 5 saat uyudum ama gayet dinlenmiş hissediyorum.
- zamanla oynasam yumurtaları haşlardım.

alışmaya çalışıyordum. gerçek olamayacak kadar normaldi her şey. çok istediğim gibiydi. kıllanmaya başlamıştım. beni mi deniyordu acaba ancients council. benim neyimi deneyeceklerdi ki? altı üstü tesadüfen bulduğum bir scrollun, tesadüfen içeriğini öğrenmiş ve onlara götürmüştüm. yani tam da çözememiştim içeriğini. ancak nereye götüreceğimi bilecek kadar.

kısmet işte her şey. şimdi de yolun geri kalanını gösteren archangel tyrael'in yeğeni sevgilimdi. gerçi istanbul'a dönerken büyülerini sınırladılar baya. küçük büyüleri kaldı işte elinde. zamanla oynamak, hafif fire büyüleri kısa mesafeli teleport falan. olsun, hepsini alsalardı elinden iyice sıkılırdı. doğalgazdan yırtmıştık en azından. kışın 300 lira falan gelirdi eskiden. şimdi ara ara ocak yanıyor sadece. 10-15 lira geliyor en fazla.

+ bi yere çıksak akşam?
- hamdi'nin balkonunu ayarladım ben akşam 9 a.
+ haftasonu bugün, yer var mıymış?
- aramadım ki :)
+ nasıl ayarladın o zaman?
- oturan varsa 8 buçıuk gibi kalkıcaklar. biz gidene kadar da kimse oturmayacak köşeye.
+ hahah shield mi atıcan masaya. belli olur ya.
- yok yok sen merak etme oturmaz kimse.
+ hehe delisin. aşığım sana.
- hiç tahmin etmezdim bir insana aşık olabileceğimi.
+ niheh insan derken de ben yani dikkatini çekerim. fihi :) benim sevgilim de insan olacak değildi ya.

+ peynirin üzerindeki güç kalkanını kaldırır mısın
- aa unutmuşum pardon.
+ peynire niye kalkan koyuyosun?
- ya üşendim streç filmle sarmaya. kolay geldi öyle.

büyük eğleniyordum, ağır seviniyordum. birayı enchant edip alkolünü artırıp azaltabiliyordu. mojitoyu biraz daha limonlu istersem bardağa dokunması yeterli geliyordu. beni niye seviyordu ki. kesin oyunlar oynanıyordu üzerimde. işkillenmiyor değildim. ama bir falsosu ya da batan bi hareketi ya da gerçek gibi gelmeyen bir davranışı da yoktu. daha da işkilleniyordum. iyice ayarım kaçmıştı sanki. cipralexi de bırakmıştım aylar olmuştu ama ihtiyaç hissetmiyordum. kötü olunca çok kötü olmuyordum, bi seviyede kalıyordu.

"niye böyleyim lan ben?" diye düşündüm zeytini çatallarken. ne ara normalleştirmişim ters gitmesini her şeyin. "aman" dedim. salayım bir kere de. tarta tarta gevşedi kefeler.

bi sigara koydum ağzıma.
+ küçük fireball atsana ehe.
dedim. güldü. insan gülmesi gibi değildi. aklım levite oluyordu. bu da bişeydi.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Akçaburgazlı Yekta Denemeleri

Akçaburgazlı Yekta'nın
"neden ben değil de o"
sorusuna cevap ararken okuduğu mezmurdur.

79'dan biriydik. 

sıramızı bilmiyorduk.
kimin ne zaman gelip çağıracağını.

ben yekta. bundan tedirgin oluyordum

aklıma geldikçe.
ama yaşarken pek umursamıyordum.

çoğu zaman pek dikkat ederek yaşamadım.

başıma geldi sadece.
umursamadım.
elimde olmazdı umursayacak olsam.

bir yollar tarif ettiler hep.

binilmesi gereken araçlar.
kiminden inip,
biraz yürüyüp başka birilerine binmeleri
tarif ettiler.

biraz gidip durmam, yaşamam gereken yerler söylediler.

insanlara söylenen
normalde, insanların öyle yapacakları.

çok da gidesim gelmedi dedikleri yere.


ben akçaburgazlı yekta.

elimde haritayla doğmamıştım.

aklıma gelenden başka

gidecek yerim olmadı hiç.
durup kalma niyetiyle çıkarken tüm yollara
wormholelere akbilim oluştu cebimde.

sinmedi içime hiç bir yer hiçbir ruh.

bir sarhoşluklarımı bir de gülmelerimi kar saydım.
yoksa bir şeyleri çok kaçırıyorduk
ayıkken ve gülmezken.
ben yekta, bununla hayattay kaldım.

rahatlık alanımda kendimi ikna ettim.


yanıldım, pişman değilim. yine arardım.

5 Temmuz 2013 Cuma

Matkap Ucu

Günlerdir evde otur otur fena daraldık. Azıcık gezdireyim dedim bizimkileri.

- Hadi, ben tütüncüye bi de nalbura uğrıcam, ikiniz falan gelin.


- Oha geliyom ben.

- Abi tuvaletteyim çıktım hemen geldim.
- Benim hiç çıkasım yok. Asitli bişe alın gelirken.
- Uyuyolar mı içerde? Neyse kaldırma hiç. Tamam üçümüz çıkarız.
- Kralsın abim. Adamsın eheho.
- Vaay sevdiğin gömleği giymişsin.
- Ya yürüyün zaten uykum var diye çıkıyorum. Evde durursam uyıcam.
- Uyuma hafız gezeriz açılırız. Yaz geldi hem kızlara bakarız eheh.
- Zevzek herif ya. Matkaba uç alıcaz bak unutturmayın. bi de ona uygun dübel vida falan.

İnsanın matkabı olması güzel bir his. Kim bilir belki yılda bir kere falan kullanıcam. Ama güzel bir his. Eşya konforu işte. Var. Ontolojik hep. Ben ki gereksiz şeylere sahip olmaya o kadar karşı bir insanım ama inceden seviniyorum matkabım var diye. Atla deve de değil. Matkap+şarjlı tornavida 30 lira. Bedava...


Yok hani matkap acemisi olsam neyse. Hiç değilim. Luthier çıraklığı yaparken her gün kullanırdım.


Çok güneş, trafik, tramvay.


- Hafız yalnız şort modası fena yardırmış, Allah razı olsun üreteninden satanına kadar. fiyüvv. Kışın da süperdi. Bi siyah taytla hem hanımlar rahat etti hem göte doydu gözümüz. Yaz iyi ama yaz güzel.

- Tütün, nası tütün alcaz? Paketli mi açık mı?
- Bilmiyorum ya bikaç çeşit alasım var. İçeriz değişik değişik.
- Beyler saat 10 yönünde mini kot şort ouvvv.
- Dikkatli baktırmasana piç. Allah allah cool adamım olm ben. Direk bakmam öyle. Glance atacaksın, sanki denk gelmiş gibi bakıcan. Hayvan herif.
- He sanki bi kendimize bakıyoz. Yav dayı tamam sen bakma. Açıdan çıkmasın, ben dikkatli bakarım ayarlarım onu.

Zevzeklerin yüzünden yürürken düşünmek istediklerimden koptum hep. Belki güzel bir şarkı gelecekti aklıma. Klipli gibi yürüyecektim, sıcağı umursamadan. Atamıyorsun ama içindekini. İşin garibi, artık onlarla eskisi kadar eğlenemiyordum.


- Abi ben 1041 mırıldanıcam seversin sen.

- Hay yaşa.

Eğlenmiyordum dedim ya. Böyle ifadesiz hatta soğuğa yakın yüzlü bir kız görünce birkaç dakika hayal kurmuyordum onunla ilgili. Bi tarafım götüne bakıyordu onun. Bi tarafım "aman bulaşmayalım kimseye" diyordu. Kimseden destek gelmeyince çok da düşünemiyordu hiç bir taraf. Ne kadar mutlu olabileceğimiz ya da güzel başlayıp doğal olarak boka sarmalı hayalleri kurmuyorduk hiç birimiz 3-5 dakika.


Matkap ucu düşünüyordum. Şimdi benim atölyede kullandıklarım hep ahşap için olanlardı sanırım. Öyle bir ayrım var. Beton için uç, tahta için uç. Ne bileyim belki o kadar keskin ayrımlar değildir. Ama fayanslar yeni. Büyük ya da yanlış uç alırsam cillop gibi fayansı patlatır ve üzülürüm. Matkap ucu bilinmezlikti ve çok güzeldi. Neyin bilinmediği biliniyordu en azından.


- Sakalında beyaz çıktı olm matkap ucu düşüne düşüne. Sktiret Bauhausa, Tekzene falan gider takım alırız tek tek almayalım.

- E o da mantıklı.
- Oha saçlara bak ne güzel lan kıvır kıvır fiyuuu. Tam senlik hacı. Yatırır kucağna saçlarını sev romantik gibi eheheh.
- Olm bak çıkarırım cipralexi 30 a, bi de yatarken ataraxa falan başlarım önünü göremezsin.. libidik pezevenk seni.
- :/

Hal böyleyken eve vardık. Temizliğe girişti bizimkiler. Ben Meleği merak ettim. Akbili mi boştu? Haritası mı yoktu? Haber mi vermediler acaba?


"maybe i should write a blog" dedim içimden ingilizce. Çünkü yazmasaydım delirirdim. Şaka şaka bi bok olmazdı. Kimse yazmasa da bişey olmaz. Hatta daha süper olur.