14 Temmuz 2013 Pazar

Kahvaltı

+ e büyüyle haşlamışsın yine yumurtaları
- biraz daha uyursun zannediyordum. birden kalkınca sen acele ettim işte.
+ niye acele ettin hayatım beklerdim ben.
- bekletmek istemedim :)
+ teşekkür ederim :) ama büyüyle pişirince o garip tat oluyor sarısında. sen alışkınsındır belki ama tuhaf geliyor bana ne bilim. alışırım belki zamanla.
- tamam tamam haşlarım bundan sonra hep :)
+ ha bi de zamanla oynadın mı gece? onca içkinin üzerine 5 saat uyudum ama gayet dinlenmiş hissediyorum.
- zamanla oynasam yumurtaları haşlardım.

alışmaya çalışıyordum. gerçek olamayacak kadar normaldi her şey. çok istediğim gibiydi. kıllanmaya başlamıştım. beni mi deniyordu acaba ancients council. benim neyimi deneyeceklerdi ki? altı üstü tesadüfen bulduğum bir scrollun, tesadüfen içeriğini öğrenmiş ve onlara götürmüştüm. yani tam da çözememiştim içeriğini. ancak nereye götüreceğimi bilecek kadar.

kısmet işte her şey. şimdi de yolun geri kalanını gösteren archangel tyrael'in yeğeni sevgilimdi. gerçi istanbul'a dönerken büyülerini sınırladılar baya. küçük büyüleri kaldı işte elinde. zamanla oynamak, hafif fire büyüleri kısa mesafeli teleport falan. olsun, hepsini alsalardı elinden iyice sıkılırdı. doğalgazdan yırtmıştık en azından. kışın 300 lira falan gelirdi eskiden. şimdi ara ara ocak yanıyor sadece. 10-15 lira geliyor en fazla.

+ bi yere çıksak akşam?
- hamdi'nin balkonunu ayarladım ben akşam 9 a.
+ haftasonu bugün, yer var mıymış?
- aramadım ki :)
+ nasıl ayarladın o zaman?
- oturan varsa 8 buçıuk gibi kalkıcaklar. biz gidene kadar da kimse oturmayacak köşeye.
+ hahah shield mi atıcan masaya. belli olur ya.
- yok yok sen merak etme oturmaz kimse.
+ hehe delisin. aşığım sana.
- hiç tahmin etmezdim bir insana aşık olabileceğimi.
+ niheh insan derken de ben yani dikkatini çekerim. fihi :) benim sevgilim de insan olacak değildi ya.

+ peynirin üzerindeki güç kalkanını kaldırır mısın
- aa unutmuşum pardon.
+ peynire niye kalkan koyuyosun?
- ya üşendim streç filmle sarmaya. kolay geldi öyle.

büyük eğleniyordum, ağır seviniyordum. birayı enchant edip alkolünü artırıp azaltabiliyordu. mojitoyu biraz daha limonlu istersem bardağa dokunması yeterli geliyordu. beni niye seviyordu ki. kesin oyunlar oynanıyordu üzerimde. işkillenmiyor değildim. ama bir falsosu ya da batan bi hareketi ya da gerçek gibi gelmeyen bir davranışı da yoktu. daha da işkilleniyordum. iyice ayarım kaçmıştı sanki. cipralexi de bırakmıştım aylar olmuştu ama ihtiyaç hissetmiyordum. kötü olunca çok kötü olmuyordum, bi seviyede kalıyordu.

"niye böyleyim lan ben?" diye düşündüm zeytini çatallarken. ne ara normalleştirmişim ters gitmesini her şeyin. "aman" dedim. salayım bir kere de. tarta tarta gevşedi kefeler.

bi sigara koydum ağzıma.
+ küçük fireball atsana ehe.
dedim. güldü. insan gülmesi gibi değildi. aklım levite oluyordu. bu da bişeydi.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Akçaburgazlı Yekta Denemeleri

Akçaburgazlı Yekta'nın
"neden ben değil de o"
sorusuna cevap ararken okuduğu mezmurdur.

79'dan biriydik. 

sıramızı bilmiyorduk.
kimin ne zaman gelip çağıracağını.

ben yekta. bundan tedirgin oluyordum

aklıma geldikçe.
ama yaşarken pek umursamıyordum.

çoğu zaman pek dikkat ederek yaşamadım.

başıma geldi sadece.
umursamadım.
elimde olmazdı umursayacak olsam.

bir yollar tarif ettiler hep.

binilmesi gereken araçlar.
kiminden inip,
biraz yürüyüp başka birilerine binmeleri
tarif ettiler.

biraz gidip durmam, yaşamam gereken yerler söylediler.

insanlara söylenen
normalde, insanların öyle yapacakları.

çok da gidesim gelmedi dedikleri yere.


ben akçaburgazlı yekta.

elimde haritayla doğmamıştım.

aklıma gelenden başka

gidecek yerim olmadı hiç.
durup kalma niyetiyle çıkarken tüm yollara
wormholelere akbilim oluştu cebimde.

sinmedi içime hiç bir yer hiçbir ruh.

bir sarhoşluklarımı bir de gülmelerimi kar saydım.
yoksa bir şeyleri çok kaçırıyorduk
ayıkken ve gülmezken.
ben yekta, bununla hayattay kaldım.

rahatlık alanımda kendimi ikna ettim.


yanıldım, pişman değilim. yine arardım.

5 Temmuz 2013 Cuma

Matkap Ucu

Günlerdir evde otur otur fena daraldık. Azıcık gezdireyim dedim bizimkileri.

- Hadi, ben tütüncüye bi de nalbura uğrıcam, ikiniz falan gelin.


- Oha geliyom ben.

- Abi tuvaletteyim çıktım hemen geldim.
- Benim hiç çıkasım yok. Asitli bişe alın gelirken.
- Uyuyolar mı içerde? Neyse kaldırma hiç. Tamam üçümüz çıkarız.
- Kralsın abim. Adamsın eheho.
- Vaay sevdiğin gömleği giymişsin.
- Ya yürüyün zaten uykum var diye çıkıyorum. Evde durursam uyıcam.
- Uyuma hafız gezeriz açılırız. Yaz geldi hem kızlara bakarız eheh.
- Zevzek herif ya. Matkaba uç alıcaz bak unutturmayın. bi de ona uygun dübel vida falan.

İnsanın matkabı olması güzel bir his. Kim bilir belki yılda bir kere falan kullanıcam. Ama güzel bir his. Eşya konforu işte. Var. Ontolojik hep. Ben ki gereksiz şeylere sahip olmaya o kadar karşı bir insanım ama inceden seviniyorum matkabım var diye. Atla deve de değil. Matkap+şarjlı tornavida 30 lira. Bedava...


Yok hani matkap acemisi olsam neyse. Hiç değilim. Luthier çıraklığı yaparken her gün kullanırdım.


Çok güneş, trafik, tramvay.


- Hafız yalnız şort modası fena yardırmış, Allah razı olsun üreteninden satanına kadar. fiyüvv. Kışın da süperdi. Bi siyah taytla hem hanımlar rahat etti hem göte doydu gözümüz. Yaz iyi ama yaz güzel.

- Tütün, nası tütün alcaz? Paketli mi açık mı?
- Bilmiyorum ya bikaç çeşit alasım var. İçeriz değişik değişik.
- Beyler saat 10 yönünde mini kot şort ouvvv.
- Dikkatli baktırmasana piç. Allah allah cool adamım olm ben. Direk bakmam öyle. Glance atacaksın, sanki denk gelmiş gibi bakıcan. Hayvan herif.
- He sanki bi kendimize bakıyoz. Yav dayı tamam sen bakma. Açıdan çıkmasın, ben dikkatli bakarım ayarlarım onu.

Zevzeklerin yüzünden yürürken düşünmek istediklerimden koptum hep. Belki güzel bir şarkı gelecekti aklıma. Klipli gibi yürüyecektim, sıcağı umursamadan. Atamıyorsun ama içindekini. İşin garibi, artık onlarla eskisi kadar eğlenemiyordum.


- Abi ben 1041 mırıldanıcam seversin sen.

- Hay yaşa.

Eğlenmiyordum dedim ya. Böyle ifadesiz hatta soğuğa yakın yüzlü bir kız görünce birkaç dakika hayal kurmuyordum onunla ilgili. Bi tarafım götüne bakıyordu onun. Bi tarafım "aman bulaşmayalım kimseye" diyordu. Kimseden destek gelmeyince çok da düşünemiyordu hiç bir taraf. Ne kadar mutlu olabileceğimiz ya da güzel başlayıp doğal olarak boka sarmalı hayalleri kurmuyorduk hiç birimiz 3-5 dakika.


Matkap ucu düşünüyordum. Şimdi benim atölyede kullandıklarım hep ahşap için olanlardı sanırım. Öyle bir ayrım var. Beton için uç, tahta için uç. Ne bileyim belki o kadar keskin ayrımlar değildir. Ama fayanslar yeni. Büyük ya da yanlış uç alırsam cillop gibi fayansı patlatır ve üzülürüm. Matkap ucu bilinmezlikti ve çok güzeldi. Neyin bilinmediği biliniyordu en azından.


- Sakalında beyaz çıktı olm matkap ucu düşüne düşüne. Sktiret Bauhausa, Tekzene falan gider takım alırız tek tek almayalım.

- E o da mantıklı.
- Oha saçlara bak ne güzel lan kıvır kıvır fiyuuu. Tam senlik hacı. Yatırır kucağna saçlarını sev romantik gibi eheheh.
- Olm bak çıkarırım cipralexi 30 a, bi de yatarken ataraxa falan başlarım önünü göremezsin.. libidik pezevenk seni.
- :/

Hal böyleyken eve vardık. Temizliğe girişti bizimkiler. Ben Meleği merak ettim. Akbili mi boştu? Haritası mı yoktu? Haber mi vermediler acaba?


"maybe i should write a blog" dedim içimden ingilizce. Çünkü yazmasaydım delirirdim. Şaka şaka bi bok olmazdı. Kimse yazmasa da bişey olmaz. Hatta daha süper olur.